Tutunamayanlar'da Turgut bir rüya görür:
"Selim'le birlikte yolda yürüyorlardı. Selim ölmemişti, bir yanlış anlaşılma olmuştu. Uyandığı zaman bu yanlışlığın ne olduğunu hatırlayamadı. Selim'in koluna girmişti. Onu sağ gördüğüne seviniyordu. İşte ölmemiş, diyordu kendi kendine. Yanında yürüyor. Açıkça görüyorum. Rüya olamaz, hepsinin biliyorum, diyordu Selim'e. Ölmediği iyi oldu diye düşünüyordu. Konuşacak çok söz birikmişti. Bütün olanları da yeni baştan konuşabiliriz. Ne kadar canlı yürüyor. Hiç ölmüş olabilir mi? Selim, neden ölmediğini anlatıyordu? Turgut da ona hak veriyordu: nasıl düşünemedim bunları? Oysa durum ne kadar açık. Herkes anlatacağım, şaşıracaklar. Selim'in ölmemiş olmasına hemen alıştı. Onun hakkında herkesle nasıl konuştuğunu anlatıyordu. Boşuna uğraşmamışım, diyordu. İkisi de gülüyordu. Tıpkı sağlığındaki gibi gülüyordu Selim: biraz utangaç, biraz şımarık. Hafifçe zayıflamıştı. O kadar olacak, diye düşündü. Her zaman karışık duran sık siyah saçlarını taramış, tıraş olmuştu. Yüzü parlıyordu. Hayır, bu kadar belirli rüya olamazdı. İri siyah gözlerine varıncaya kadar bütün ayrıntılarıyla görüyordu onu. Her zamanki gibi kambur durmuyordu. Giyinişine özenmişti. Canlı bir duruşu vardı. Üniversiteden bahsediyordu: daha fakülteyi bitirmemişlerdi. İki imtihan kaldı, diyordu. Onları da vereyim: sonra bol bol konuşuruz. Nasıl olur? diyordu Turgut; biz diplomayı almadık mı? Almışlardı, biliyordu: ama bir eksiklik olmuştu. Son dakikada bir aksilik çıkmıştı. Turgut, uyandıktan sonra bu aksiliğin de ne olduğunu hatırlayamadı. Rüyada, Selim'e hak verdi. Hayır rüya değildi. Her zamanki gibi ellerini kollarını sallayarak konuşuyordu. Sözlerinin arasında duruyor, Turgut'a bakıyordu, gülüyordu. Sonra... Hareketleri yavaşladı, olduğu yerde durdu. Turgut kuşkulandı. Gözlerini iyice açarak onu görmeye çalıştı. Selim'in görüntüsü yavaş yavaş soluyordu. Selim kayboluyordu. Olmaz, diye haykırmak istedi, sesi çıkmadı. İçine bir gariplik çöktü. Rüya değil, rüya değil derken uyandı.
Gözlerini açtıktan sonra da rüyayı kafasında yaşadı: gerçeği hemen kabul edemiyordu. Gördüğü rüyaya hayalinden eklemeler yaptı: aklının gözlerinde sürdürdü rüyayı. Sonra, görüntüler bütünüyle silindi: yerini, bir rüya boyunca unuttuğu düşüncelere, meselelere bıraktı. Uyanmanın sersemliğinden yararlanan kuruntular, daha büyük bir şiddetle saldırdılar. Uzandığı koltuktan doğruldu, ayağa kalktı. Kendime gelmeliyim. Onlarla savaşmalıyım. Pencerenin yanına gitti. Alnını cama dayadı. Bir süre öylece kaldı. Sonra aşağıya baktı: caddede insanlar, karıncalar gibi telaşla birbirlerine çarparak oraya buraya gidiyorlardı. Yüzlerce insan, binlerce insan... Çoğu ne kadar önemsiz, ne kadar silik. İçlerinde biri Selim olamaz mıydı? Milyonların içinde sadece bir Selim. Bu tabiat kanunları ne kadar insafsız diye düşündü. Kime zararı dokunur bunun? Hepsinin eli, ayağı, başı var... Selim gibi. Ne olur bu kadar el, ayak, baş bir araya gelse de sadece bir tanecik Selim çıkarsalar aralarından; ne olur bir tane Selim olsa. Elimi sallar çağırırım: koca budala, derim, nereye gidiyorsun gene dalgın dalgın? Olmaz, olamaz! Yok olamaz insan. Hareketleri, gülüşü, birlikte yaptıklarımız: nereye gitti hepsi? Lavoisier Kanunu var: hiçbir şey yok olamaz durup dururken. Kanun, adamdan hesap sorar; nereye gitti, diye. Pencereyi açtı, aşağı sarktı. Başka kanunlar da var diyorlar. Lavoisier Kanununda toplam ağırlık sabit kalırmış. Peki Selimlik? Onu nasıl tartacaksınız? Neden kimse üzerine almıyor bu özelliği? O halde haksızsınız. Bu kadar insan bir araya gelip bir Selim olamıyorsunuz." diyor Turgut.
"Selim'le birlikte yolda yürüyorlardı. Selim ölmemişti, bir yanlış anlaşılma olmuştu. Uyandığı zaman bu yanlışlığın ne olduğunu hatırlayamadı. Selim'in koluna girmişti. Onu sağ gördüğüne seviniyordu. İşte ölmemiş, diyordu kendi kendine. Yanında yürüyor. Açıkça görüyorum. Rüya olamaz, hepsinin biliyorum, diyordu Selim'e. Ölmediği iyi oldu diye düşünüyordu. Konuşacak çok söz birikmişti. Bütün olanları da yeni baştan konuşabiliriz. Ne kadar canlı yürüyor. Hiç ölmüş olabilir mi? Selim, neden ölmediğini anlatıyordu? Turgut da ona hak veriyordu: nasıl düşünemedim bunları? Oysa durum ne kadar açık. Herkes anlatacağım, şaşıracaklar. Selim'in ölmemiş olmasına hemen alıştı. Onun hakkında herkesle nasıl konuştuğunu anlatıyordu. Boşuna uğraşmamışım, diyordu. İkisi de gülüyordu. Tıpkı sağlığındaki gibi gülüyordu Selim: biraz utangaç, biraz şımarık. Hafifçe zayıflamıştı. O kadar olacak, diye düşündü. Her zaman karışık duran sık siyah saçlarını taramış, tıraş olmuştu. Yüzü parlıyordu. Hayır, bu kadar belirli rüya olamazdı. İri siyah gözlerine varıncaya kadar bütün ayrıntılarıyla görüyordu onu. Her zamanki gibi kambur durmuyordu. Giyinişine özenmişti. Canlı bir duruşu vardı. Üniversiteden bahsediyordu: daha fakülteyi bitirmemişlerdi. İki imtihan kaldı, diyordu. Onları da vereyim: sonra bol bol konuşuruz. Nasıl olur? diyordu Turgut; biz diplomayı almadık mı? Almışlardı, biliyordu: ama bir eksiklik olmuştu. Son dakikada bir aksilik çıkmıştı. Turgut, uyandıktan sonra bu aksiliğin de ne olduğunu hatırlayamadı. Rüyada, Selim'e hak verdi. Hayır rüya değildi. Her zamanki gibi ellerini kollarını sallayarak konuşuyordu. Sözlerinin arasında duruyor, Turgut'a bakıyordu, gülüyordu. Sonra... Hareketleri yavaşladı, olduğu yerde durdu. Turgut kuşkulandı. Gözlerini iyice açarak onu görmeye çalıştı. Selim'in görüntüsü yavaş yavaş soluyordu. Selim kayboluyordu. Olmaz, diye haykırmak istedi, sesi çıkmadı. İçine bir gariplik çöktü. Rüya değil, rüya değil derken uyandı.
Gözlerini açtıktan sonra da rüyayı kafasında yaşadı: gerçeği hemen kabul edemiyordu. Gördüğü rüyaya hayalinden eklemeler yaptı: aklının gözlerinde sürdürdü rüyayı. Sonra, görüntüler bütünüyle silindi: yerini, bir rüya boyunca unuttuğu düşüncelere, meselelere bıraktı. Uyanmanın sersemliğinden yararlanan kuruntular, daha büyük bir şiddetle saldırdılar. Uzandığı koltuktan doğruldu, ayağa kalktı. Kendime gelmeliyim. Onlarla savaşmalıyım. Pencerenin yanına gitti. Alnını cama dayadı. Bir süre öylece kaldı. Sonra aşağıya baktı: caddede insanlar, karıncalar gibi telaşla birbirlerine çarparak oraya buraya gidiyorlardı. Yüzlerce insan, binlerce insan... Çoğu ne kadar önemsiz, ne kadar silik. İçlerinde biri Selim olamaz mıydı? Milyonların içinde sadece bir Selim. Bu tabiat kanunları ne kadar insafsız diye düşündü. Kime zararı dokunur bunun? Hepsinin eli, ayağı, başı var... Selim gibi. Ne olur bu kadar el, ayak, baş bir araya gelse de sadece bir tanecik Selim çıkarsalar aralarından; ne olur bir tane Selim olsa. Elimi sallar çağırırım: koca budala, derim, nereye gidiyorsun gene dalgın dalgın? Olmaz, olamaz! Yok olamaz insan. Hareketleri, gülüşü, birlikte yaptıklarımız: nereye gitti hepsi? Lavoisier Kanunu var: hiçbir şey yok olamaz durup dururken. Kanun, adamdan hesap sorar; nereye gitti, diye. Pencereyi açtı, aşağı sarktı. Başka kanunlar da var diyorlar. Lavoisier Kanununda toplam ağırlık sabit kalırmış. Peki Selimlik? Onu nasıl tartacaksınız? Neden kimse üzerine almıyor bu özelliği? O halde haksızsınız. Bu kadar insan bir araya gelip bir Selim olamıyorsunuz." diyor Turgut.
Oğuz Atay, Günlük'te (sonlarında) gördüğü ilginç rüyalardan bahseder. Onları birer öykü konusu olarak düşünür. Rüyanın onda ayrı bir yeri vardır. Tutunamayanlar'da, Tehlikeli Oyunlar'da, Korkuyu Beklerken'de görürüz bunu.
Atay, bir gün bir rüya görür ve gördüğü rüyayı bir hikaye olarak yazar, bu hikayenin ismini "Bir Rüya" koymuştur. Bununla ilgili Günlük'te Tutunamayanlar'dan yukarıda alıntıladığım bölümle (italik yazılan yerle) de ilişkili [Turgut Özben'in rüya sonrası düşündükleriyle Oğuz Atay'ın Günlük'te hikayeyi yazma süreci birbirine çok benzer] olarak şunları yazar:
"Bir süre evde -genellikle- oturmaya ve kendimi yaşantı ve kafa olarak çevreden tecrit etmeye niyetliyim. İnsanların "casual" sözleri beni fazla incitmeye başladı. Aynı zamanda yazmalıyım. Kafamda gelip giden şeyler kayboluyor. Bunlar ancak uzun süreli bir yazma durumu içinde değerlendirilebilir. Mesela son hikayemde (Bir Rüya) elbette rüyada görmediğim bir sürü ayrıntı vardı. Okumanın da anlamı kalmıyor böyle ayrıntılar kaybolunca."
Bugün 13 Aralık 2011: Oğuz Atay aramızda ve hep dediği gibi insanı anlatıyor.
[Sadece bugün Oğuz Atay'dan bahsetmek istedim. Onun için paylaştım.]
"Bir süre evde -genellikle- oturmaya ve kendimi yaşantı ve kafa olarak çevreden tecrit etmeye niyetliyim. İnsanların "casual" sözleri beni fazla incitmeye başladı. Aynı zamanda yazmalıyım. Kafamda gelip giden şeyler kayboluyor. Bunlar ancak uzun süreli bir yazma durumu içinde değerlendirilebilir. Mesela son hikayemde (Bir Rüya) elbette rüyada görmediğim bir sürü ayrıntı vardı. Okumanın da anlamı kalmıyor böyle ayrıntılar kaybolunca."
Bugün 13 Aralık 2011: Oğuz Atay aramızda ve hep dediği gibi insanı anlatıyor.
[Sadece bugün Oğuz Atay'dan bahsetmek istedim. Onun için paylaştım.]
