[Gün 25 - İyelik Ekleri]
Kendime yalanlar söylüyorum Emrah. Nasıl yalanlar
diyeceksin, kaç tane diyeceksin. Yalanların niteliği ve niceliği önemli değil
canım kardeşim. Ben takılmıyorum artık böyle şeylere, sen de takılma. Kendimle
çok konuşan bir i olarak (birisi değil) önce gözlerimi kapatıp dinliyorum
insanları ve sonra izliyorum, görüntüye hapsolmamak için. İkinci aşamada
kulaklarımı tıkayıp izliyorum ve sonra dinliyorum onları, seslere hapsolmamak
için. Ve son aşama Emrah: görüntülerle sesleri birleştiriyorum. Biz
görüntülerle duyar ve seslerle görürüz Emrah: Allahın rengi.
Artık delileri anlıyorum Emrah ve kendimle çok
konuşan bir i olarak önce bir elif ve ye miktarı susuyorum, sonra kendimi
aldatmaya kalkıyorum. O zaman sen geliyorsun aklıma. Uzaklardan, çok
uzaklardan, Sivas ellerinden bana dönüp “Görcek miyiz gülcek miyiz?” diyorsun.
Şimdi ben sana soruyorum Emrah: Görcek miyiz gülcek miyiz? Başını önüne eğip
“Güleceğiz” diyorsun. Ama ağlıyorsun canım kardeşim, işte apaçık ve oporta
bir şekilde. Bu kadar yaşın olduğunu bilmiyordum Emrah. Bu kadar acın
olduuğnu bilmiyordum. Niye sakladın? Tebessüm ediyorsun ve sazı eline alıp
başlıyorsun söylemeye: “Sivas ellerinde sazım çalınır/ Çamlı beller bölük bölük
bölünür/ Yardan ayrılmışam bağrım delinir/ Katip arzuhalim yaz yare böyle/
Güzelim hey güzelim hey güzelim hey hey” Katip arzuhalin olayım Emrah, gözünden
yaş düşmesin. Benim çok düştü de, ordan biliyorum kardeşim. İnsanın bir yaş
limiti var, dolunca kör oluyor. Bir daha başka kimseyi göremiyor.
Şimdi sualine dönelim Emrah. Görcek miyiz gülcek
miyiz diyorsun? Burada hiçbir suale cevap yoktur kardeşim. Merak ediyorsun:
burada geçmişimden uzakta ne arıyorum, bütün iyelik eklerimi bırakıp bu
sunturlu yere niçin geldim? Bilmiyorum Emrah. Görcek miyiz, gülcek miyiz? Neden
hep günümüzü görüyoruz, neden gülemiyoruz canım kardeşim. Biz gülmeyi bilmiyor
muyuz?
17 Ekim 2012, 13:23
Jordan, Tehran
[Gün
66 - Leke]
Sanki
sokak boştu, sanki kimse yoktu. Biraz bekledi, sonra kızı gördü. Hızlı
adımlarla yanına gitti, önünde durdu. Yüzüne baktı, elini ceketinin cebine
soktu ve dikkatle çıkardı. Avucunda bir şeyi sıkarcasına kıza uzattı. Bir tepki
bekledi. Gelmeyince avucunu açtı ve “İşte” dedi, “senin kalbinden küçük bir
parça. Ben kalbinin bu kadarını kaplıyormuşum. Bunu düşürmüşsün. Belki farkına
bile varmadın. Bu yüzden bir şey diyemeden gittin. Ama ben sana hiç kızmadım.” Sessizlik:
kızın gözlerinde biriken yaşlar. “Sonra ben buldum onu, yanıma aldım. Biliyorum,
küçük ama onsuz yaşayamazsın. İnsan delik bir kalple ne kadar yaşayabilir? Bir
daha atmayıncaya dek anlayamazsın. Anladığında çok geç olur. Bu yüzden, kalbin
yine atsın diye ben baktım ona. Yaralarını sardım, iyileştirdim onu. Güzelce
temizledim, ama Selim lekesi bir türlü geçmedi. Kalbinde küçük bir leke olması,
bir parçasının olmamasından iyidir. Şimdi, çok geç olmadan al bunu. Al ve o
boşluğa yerleştir. İnşallah düzelir. Ben hep burdayım, seni bekliyorum,
biliyorsun” dedi ve gitti. Kalabalığın içinde kayboldu: kızın gözlerinden dökülen
yaşlar.
28
Ekim 2012, 08:25
Park-ı
Sae'e, Tehran
(Bu iki yazı, Edep Dergisi'nin Kasım 2012 tarihli 33. sayısında yayımlanmıştır.)