17 Nisan 2014 Perşembe

Zorba'dan III

“Belki yanılıyorum ama Zorba, sanırım ki, insanlar üç türlüdür: kendi deyişleriyle hayatlarını yaşamayı amaç sayanlar, yani yemeyi, öpmeyi, zengin olmayı, onur kazanmayı… Sonra, kendi hayatlarını değil, bütün insanların bir olduğunu anlarlar ve insanları ellerinden geldiği kadar aydınlatmak, sevmek ve onlara iyilik etmek için savaşırlar. Bir de, bütün evrenin hayatını yaşamayı amaç edinenler var; her şey, insanlar, hayvanlar, bitkiler, yıldızlar; hepimiz bir bütünüz; biz hepimiz aynı korkunç savaşın içindekileriz. Hangi savaş mı? Maddeyi ruha dönüştürme savaşı!..”

Zorba başını kaşıdı.

“Kalın kafalıyım ben,” dedi, “kolay anlayamıyorum… Ah bre patron, o dediklerini bir raks edebilseydin de, ben de anlasaydım!”

Umutsuzluk içinde dudaklarım ısırdım. Bütün bu umutsuz düşünceleri gerçekten raksa bir dökebilseydim.

“Ya da patron, bütün bunları bana masal gibi anlatabilseydin. Hüseyin Ağa’nın yaptığı gibi… Bu, benim komşum olan ihtiyar bir Türk’tü; çok ihtiyar, çok yoksuldu; karısı da yoktu, çocukları da… Garibin biri; yemek pişirir, tahta siler, akşamüzeri de babadan kalma evine gelir, ninem ve öbür ihtiyar komşularla avluda oturur, çorap örerdi… Ermiş bir adamdı bu Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı, hayırduası edermiş gibi elini başım koydu. ‘Aleksi,’ dedi, ‘bak sana bir söz söyleyeceğim; küçük olduğun için anlamayacaksın; büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum: Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayırduam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama!”

Zorba’yı konuşmadan dinliyordum. Ah ben de, ancak soyut düşünce doruk noktasına ulaştığı, masal olduğu zaman ağzımı açmayı becerebilseydim! Ama bunu, yalnız büyük bir ozan ya da bir halk, yüzyıllarca süren sessiz bir işleyişten sonra başarabilir.

Zorba kalktı.


Sönen ateşin yanında, tek başıma kaldım, anlamca çok zengin ve sımsıcak toprak kokan sözlerini tarttım kafamda. Onun sözleri, ta belkemiğinden, içinden geliyor, üzerlerinde hala insan sıcaklığını taşıyorlardı. Benim sözlerim, kağıttandı, yalnız bir damlacık kanla bulaşmış halde, kafadan geliyorlardı; eğer herhangi bir değerleri var idiyse bu değeri, o bir damla kana borçluydular.


(Nikos Kazancakis, Zorba, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 312-313)