Deniz.
Selim'i bir kere kandırıp... artık ondan hiçbir şey beklenmediğini söyleyip... ağlamaklı halde bana dönüp “bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı” diye sorduğunda gözlerimi yumup başımı sağa sola sallayıp… hala umutla dolu o üzgün yüzüne son defa bakıp… eline silahı verdiğimde ve biraz sonra pat sesi geldiğinde ve Selim yere yığılıp kaldığında ve kelimeler Kızılay’da yedinci kattaki bir odanın her yanına saçıldığında ben de Selim’in öldüğünü sanmıştım.
Siz -Selim’in kadim dostları- o zamanlar bilmiyordunuz neler olduğunu, çünkü Selim yine yalnız başına taşımaya çalışıyordu bir ağır yükü, kimse bilsin de istemiyordu sırtındaki yaraları ve yük ağırlaşıyordu. Sadece dostlarının gözlerine bakıyordu bazı vakitler ağlamaklı. Sonra duyunca inanmamıştınız öldüğüne ve mektuplar yazmıştınız Selim’e, ses versin diye. Ses vermedi ama siz vazgeçmediniz. Evet, ben öldüğünü sanmıştım, ama o size mektuplar yazıyormuş zayıf bir mum ışığının altında Tahran diye yakın mı uzak mı belirsiz bir yerden.
Evet: Selim, sarı ışığı severdi. Bulvarda, kış akşamları, başınızı yukarı kaldırdığınızda, onun sarı ışığınızı görürdünüz. O sizin baktığınızı bilirdi ve bir gün ışığı açık bırakıp gitti. Işığı size bırakıp gitti Deniz. Ben, bukadar kelime kaybına dayanamadı ve yalnızlıktan öldü sanmıştım onu göremeyince. Öldü ve ışığı söndü sanmıştım. Ama içindeki ışığı değil içindeki ölüyü gömmeye gitmiş, gelecekmiş. Öyle diyor.
İşte böyle Deniz, dün gönderdiği mektubunda bunları söylüyor. Gelecekmiş. Hepinize selam ediyor. Selim sönmedi Deniz. İçinizin ışıkların yakın. O tam sizin ışığınızla ışıyacakken böyle yapmayın. Yakamazsanız bayramın üçüncü günü Turhan’ın önünde toplanıp hep beraber yakalım, Selim’i bekleyelim. Biliyorum gelecek… Hayallerimiz var.