Somut hatıra
Bu kara gecelerin yıpranmış
hırkası eğnimde[1]
Uzak yılların anısıyım, kaç
katlı otobanların ortasına atılmış
Ayak yalın bir çocuğun çıplak
çığlığıyım anne evinin bahçesinde
Yalnızlık öğlelerin annesiz sofrasıyım,
televizyon önünde açılıyorum
İntizar kâsesiyim, yemek
tabaklarına ters çevrilmiş
Semaverin sarsmışça çabasıyım
aile ocağını ısıtmak için
Yalnız bırakılmış bir kumru yavrusuyum, bahçe kapısında unutulmuş
Sarı
arıların yuvasıyım, çimentoyla ağzım yumulur
Yeşil bisikletin fetişizmiyim, bodrum
tapınağının duvarına asılmış
Gömülmüş sarnıçların avare
ruhlarının bilinçaltıyım, bahçe duvarı altında
Pembe gülün içime sardığı
köklerine düğümlenmişim
Bahçe
ortasında havuz yokluğu kompleksiyim, komşu bahçesinde masmavi
parlıyorum
Miras evlerinin beşik çatısına yağan kar ağırlığıyım
Pencereler önünde Duvar sertliği
İki dalan arasında sınırlanan iki
evin hasret haritasıyım
Anne korkusunun travmasıyım
ben
Baba çocukluğunun kör kompleksi
Kapana düşmüş boz fareyim, kaynar
suyla idama mahkûm
Ben kanadı kesilmiş bir mavi vantilatör pervanesiyim
Duvardaki haritanın Araz
çayına fırlatılmış çaydanlık
Cuma akşamının mantıksız nâra
korkusuyum,
ızdıraba kapılmış çocuğun dili altındaki tuz tadı
ızdıraba kapılmış çocuğun dili altındaki tuz tadı
Altın renkli saatin siyah akrebiyim,
kiraz ağacına ateş edilmiş
Komşu kızının heyecanlıca izlemesiyim, ağacın tepesinden
Dedemin sigarasının duman dalgasıyım,
bu günkü havaları kirletirim
Yatak odası perdesinin
dalgalanmasıyım, bombardıman ertesinden
Güneşin cam parçalarına soğuk
yansımasıyım
Davulcu maymunun yırtılmış
davuluyum, pencere yalnızlığında unutulmuş
Ben, kerpiç dalanların kıyısında
ölen farelerin akrabasıyım
Mahallenin lavaş tandırıyım, füze yutuyorum
Ve sınır kıyısı
televizyonlarında dans izlemenin şaşkınlığı
Ben yeşil tokmakların temposuyum,
öğlen sonrası yaramazlığında çalınıyorum
Eski duvarlar kerpicinde uzanan
bir hat
Küçücük bir taşın tetiklenmesiyim,
bir çocuğun ayağı altında 67. sonbaharın akşam saat beşinde
Ben çikolata tadının ızdırablı
hasretiyim, ihtiyar mavi gözlü seyyar satıcıya el uzatmış
Öğretmen gününe hediye almanın
saçmalığıyım, Mayıs’ın bahar sarhoşluğunda
Unutulmuş bir dilim ben
Okunamayan bir hat, atik
devirlerden kalmış bir masal
Yakılmış bir coğrafyaya sürgün bir dilin masumiyetiyim ben
Bu dumanlı şehirde
Bu yakılmış şehirde
Bu anti-şehir şehirde
Dargınlık güneşiyim, batı
kulelerinin arkasında batıyorum
Şehrin boğaz düğümüyüm, eylül
sonundaki killi otobüslere yutuluyorum
Mesai saati sonrası yorgunluk
kalabalığıyım
Makinelerin çiğnediği bilinçaltı
asabiyetim, taksilere tıkanıyorum
Erkekçe motorların aceleci egzoz
Death metal’ıyım
Hüzünlü bir anıyım
Dağlara mahkûm Sisifos'um ben
Bu şehrin Alzheimer duvarları
arkasında bozarıyorum
Kebap olmuş arzuların
alevlenen ateşiyim
Cennet kuşlarının yakılmış
kanadı, Demavend[4]
caddesinin ciğercileri mangalında; ısırılıyorum
Kaldırım taşlarında yağmur kokan şarkıların yıpranmış anısıyım ben
Valî-asr[7]
arklarında yüzen fotoğrafların unutkanlığıyım
Ben avazını kaybetmiş
Üzgün bir ozanım[8]
İşte ben
Bir gece biteceğim
Ve siyahlık “İnkılâp Caddesi”nin
asfaltına kalacak
Ancak sen, hiç bir zaman, hiçbir derdimi anlayamadın
saygıdeğer psikoloğum.
[1] Naima YÜŞİC’den
[2] İran’da yetmişlerden doksanların sonuna kadar üretilen
bir araba
[3] Azerbaycan’ın doğusunda, Erdebil bölgesinde bir Dağ
[4] Tahran’a yakınlığındaki Alburz dağlarının en yüksek zirvesi
[5] Tebriz’de bir mahalle
[6] Tahran’ın batısında büyük bir meydan
[7] Tahran’ın güzel ve eski bir caddesi
[8] Ahmet ŞAMLU’dan