22 Ocak 2014 Çarşamba

Ölüm Yaşam Türküsü

İşte ben, miras kalmış halıya uzanmış
Somut hatıra
Bu kara gecelerin yıpranmış hırkası eğnimde[1]
Uzak yılların anısıyım, kaç katlı otobanların ortasına atılmış
Ayak yalın bir çocuğun çıplak çığlığıyım anne evinin bahçesinde
Yalnızlık öğlelerin annesiz sofrasıyım, televizyon önünde açılıyorum
İntizar kâsesiyim, yemek tabaklarına ters çevrilmiş
Semaverin sarsmışça çabasıyım aile ocağını ısıtmak için
Yalnız bırakılmış bir kumru yavrusuyum, bahçe kapısında unutulmuş
Sarı arıların yuvasıyım, çimentoyla ağzım yumulur
Yeşil bisikletin fetişizmiyim, bodrum tapınağının duvarına asılmış
Gömülmüş sarnıçların avare ruhlarının bilinçaltıyım, bahçe duvarı altında
Pembe gülün içime sardığı köklerine düğümlenmişim
Bahçe ortasında havuz yokluğu kompleksiyim, komşu bahçesinde masmavi parlıyorum
Miras evlerinin beşik çatısına yağan kar ağırlığıyım
Pencereler önünde Duvar sertliği
İki dalan arasında sınırlanan iki evin hasret haritasıyım
Anne korkusunun travmasıyım ben
Baba çocukluğunun kör kompleksi
Kapana düşmüş boz fareyim, kaynar suyla idama mahkûm
Ben kanadı kesilmiş bir mavi vantilatör pervanesiyim
Duvardaki haritanın Araz çayına fırlatılmış çaydanlık
Cuma akşamının mantıksız nâra korkusuyum, 
ızdıraba kapılmış çocuğun dili altındaki tuz tadı
Altın renkli saatin siyah akrebiyim, kiraz ağacına ateş edilmiş
Komşu kızının heyecanlıca izlemesiyim, ağacın tepesinden
Dedemin sigarasının duman dalgasıyım, bu günkü havaları kirletirim
Yatak odası perdesinin dalgalanmasıyım, bombardıman ertesinden
Güneşin cam parçalarına soğuk yansımasıyım
Davulcu maymunun yırtılmış davuluyum, pencere yalnızlığında unutulmuş
Ben, kerpiç dalanların kıyısında ölen farelerin akrabasıyım
Mahallenin lavaş tandırıyım, füze yutuyorum
Yeşil bir Peykan[2]’a kapılmış korkuyum ben,
Savalan[3] gediğinde dudaklarda titreyen dua
Ve sınır kıyısı televizyonlarında dans izlemenin şaşkınlığı
Ben yeşil tokmakların temposuyum, öğlen sonrası yaramazlığında çalınıyorum
Eski duvarlar kerpicinde uzanan bir hat
Küçücük bir taşın tetiklenmesiyim, bir çocuğun ayağı altında 67. sonbaharın akşam saat beşinde
Ben çikolata tadının ızdırablı hasretiyim, ihtiyar mavi gözlü seyyar satıcıya el uzatmış
Öğretmen gününe hediye almanın saçmalığıyım, Mayıs’ın bahar sarhoşluğunda
Unutulmuş bir dilim ben
Okunamayan bir hat, atik devirlerden kalmış bir masal
Yakılmış bir coğrafyaya sürgün bir dilin masumiyetiyim ben

Bu dumanlı şehirde
Bu yakılmış şehirde
Bu anti-şehir şehirde
Dargınlık güneşiyim, batı kulelerinin arkasında batıyorum
Şehrin boğaz düğümüyüm, eylül sonundaki killi otobüslere yutuluyorum
Mesai saati sonrası yorgunluk kalabalığıyım
Makinelerin çiğnediği bilinçaltı asabiyetim, taksilere tıkanıyorum
Erkekçe motorların aceleci egzoz Death metal’ıyım
Hüzünlü bir anıyım
Dağlara mahkûm Sisifos'um ben
Bu şehrin Alzheimer duvarları arkasında bozarıyorum
Kebap olmuş arzuların alevlenen ateşiyim
Cennet kuşlarının yakılmış kanadı, Demavend[4] caddesinin ciğercileri mangalında; ısırılıyorum
“hiyavan[5]”ın siyah devamıyım, 625 km Âzâdî[6] meydanına kadar uzanan gurbet
Kaldırım taşlarında yağmur kokan şarkıların yıpranmış anısıyım ben
Valî-asr[7] arklarında yüzen fotoğrafların unutkanlığıyım
Ben avazını kaybetmiş
Üzgün bir ozanım[8]

İşte ben
Bir gece biteceğim
Ve siyahlık “İnkılâp Caddesi”nin asfaltına kalacak
Ancak sen, hiç bir zaman, hiçbir derdimi anlayamadın saygıdeğer psikoloğum.


[1] Naima YÜŞİC’den
[2] İran’da yetmişlerden doksanların sonuna kadar üretilen bir araba
[3] Azerbaycan’ın doğusunda, Erdebil bölgesinde bir Dağ
[4] Tahran’a yakınlığındaki Alburz dağlarının en yüksek zirvesi
[5] Tebriz’de bir mahalle
[6] Tahran’ın batısında büyük bir meydan
[7] Tahran’ın güzel ve eski bir caddesi
[8] Ahmet ŞAMLU’dan