24 Aralık 2013 Salı

Haşmetlü kelime taburlarını yolla karındaşım!

Kardeşim, kardeşim ve kardeşim Emrah. 

Sivas’a birkaç aylık yürüme mesafesinde bulunan ve Alborz Dağları’nın eteklerindeki bir yaylaya kurulmuş bulunan ve çevresinde deniz, nehir ve göl dahi bir su kaynağı bulunmayan Tehran’dan sesleniyorum sana. 

Yani denize ortalama yüksekliği binikiyüz metreyi bulan ve yediyüzotuz kilometrekarelik bir toprak üzerinde onsekizmilyonbeşyüzseksenyedibindörtyüzelliüç insanla -farsi, türki, arabi, kürdi, lori, gileki, afgani, urdi, hindu, çini ve hatta garbi demeden- kirli de olsa havasını paylaşan bir kentten bahsediyorum. 

Ve ne zaman sana, yani pek pek ve pek kıymetli kardeşime  sen beni duymadan, işte bu soğuktan titreyip sararan ellerimle ve yıpranmış bulunan delik kalbimle ve de pek azını şu ana kadar kullanmış olduğum beynimle bir şeylerden bahsetsem geride bıraktıklarım nefes borumu tıkıyor ve bu kentin çok kirli havasını bile çekemez olup öksürüklere gark oluyorum. 

Yani şimdi, ben bunları sana öksüre öksüre yazarken kelimelerime birtakım bakteriler musallat olmuşlarsa, saadetlü ve haşmetlü kelime taburlarını yolla üzerlerine ki kelimelerün gavuru kırsunlar ve kelimelerimi bu müsibetten kurtarsunlar. Anlaşmamuz böyledir. 

Geçmişte ve şimdilerde kendi için kıymeti bulunmayan ama benim için kıymeti pek çok olan canı sıkılan ve    -Allah bol ömür versün- gelecekte de sıkılacak olan karındaşım, bu garib karındaşın seni Tehran saatiyle sabahın beşine kadar bekliyorsa ve beklediği çıkıp bilgisayar denilen bir alet üzerinde saat beş sularında yazmış oldukların görünüyor ise… bu iyi bir şeydür. 

Saadetlü cümlelerine ayak uyduramadım ve üç gündür hiç uyumamış ve de sersemlemiş bulunduğumdan kısa kestim ve bu kısa halini dahi bir saatlik zaman dilimü içerüsünde yazdım, kusura bakma. Cevabi kıssamı en kısa zamanda şahsına ve belki bizleri izleyen bu blog denilen dünyadaki sevgülü yoldaşlarımıza ileteceğimi belirtir, kanlanmış gözlerinden öperim.

Sevgilerimle.