15 Ocak 2014 Çarşamba

Zorba'dan

"... Bak benim bir ninem vardı, seksen yaşında olmalıydı. Hikayesi tam bir masaldır. Ama başka bir hava bu. Neyse... O sıralarda seksen yaşında vardı. Evimizin karşısında da, Krustalo adında, serin sular gibi güzel bir kız oturuyordu. Biz köyün delikanlıları, her cumartesi akşamı içip aşka gelir, kulağımıza birer dal fesleğen takardık. Kuzenlerimden biriyle birlikte gidip kıza serenat yapardık. Aşk ve tutku. Budalalar gibi anırırdık. Hepimiz isterdik onu ve her cumartesi akşamı, beğensin diye sürü halinde giderdik. İnanacak mısın, bilmem patron. Kadın korkunç bir sırdır, hiçbir zaman da kapanmayan yarası vardır. Sen kulak asma, bütün yaralar kapanır ama, o yara kapanmaz. Kadının seksen yaşında olması neye yarar yani? Yara her zaman açıktır. İşte her cumartesi akşamı bizim ihtiyar, minderini pencerenin önüne çeker, gizlice aynayı alır ve başında ne kadar saç kalmışsa, onları ha babam tarar dururdu. Kendisini görüp görmediğimizi öğrenmek için çevresini kaçamak bakışlarla gözetler, birimiz yaklaştı mı, Frenk Meryemi gibi usulca toparlanır, uyur gibi yapardı. Ama uyku nerde patron? Serenadı beklerdi. Seksen yaşında... Kadının ne esrarengiz şey olduğunu anlıyor musun patron? Şimdi benim ağlayasım geliyor. Ama o vakit sersem olduğum için anlamaz, gülerdim. Bir gün ona kızdım, çünkü kızları peşinden gidiyorum diye beni azarlıyordu; ben onu şu sözlerle bir güzel kalayladım: 'Neden her cumartesi günü dudaklarına ceviz kabuğu sürüp saçını tarıyorsun? Ne sanıyorsun yani? Serenadı senin için mi yapıyoruz? Biz Krustalo'yu istiyoruz. Sense günlük kokuyorsun.' İnanır mısın patron? Kadının ne olduğunu, ilk kez orada anladım işte. Ninemin gözlerinden, ateş gibi iki damla yaş aktı. Dişi köpek gibi büzüldü; alt çenesi titriyordu. Beni daha iyi işitsin diye peşinden giderek bağırdım: 'Krustalo'yu, Krustalo'yu!' Gençlik vahşidir, anlam dışıdır hem; anlamaz çünkü. Ninem kupkuru ellerini gökyüzüne kaldırdı. 'Ta yüreğimden sana lanet ediyorum!' diye bağırdı. O günden sonra da, zavallı ninem hayır etmedi. Hastalandı, iki aya kalmadan ölüm döşeğine düştü. Can çekiştiği sırada gözü bana takılınca kaplumbağa gibi tıslıyor, beni yakalamak için elini uzatıyordu. Islık çalar gibi, 'Beni sen yedin' dedi, 'yedin kahrolası Aleksi! Lanet olsun sana, benim çektiğimi çekesin!'"

Zorba güldü, bıyıklarını okşadı:

"Kocakarının duası tuttu," dedi, "Şöyle böyle altmış beşime bastım ama, yüz yaşımı da bulsam, bir türlü akıllanmayacağım; cebimde küçük bir aynam olacak olacak ve ben dişileri kovalayacağım."

(Nikos Kazancakis, Zorba, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 65-67)